İtalya'nın Campi Flegrei bölgesinde, 2 Ekim 2025 tarihinde saat 16:38 UTC'de başlayan sismik hareketlilik, bölgedeki jeolojik dinamikler hakkında önemli bilgiler sunuyor. İtalyan Jeofizik ve Volkanoloji Ulusal Enstitüsü (INGV) tarafından bildirildiğine göre, bu olay en az 20 öncü sarsıntıyı içeriyordu ve en şiddetlisi saat 19:57'de 2.7 büyüklüğünde kaydedildi. 3 kilometre derinlikteki sığ hiposantr, bu tür sismik aktivitenin genellikle 'bradizizm' ile ilişkili olduğunu gösteriyor. Sarsıntılar, kalderanın merkezindeki Pozzuoli belediyesinde ve batı Napoli'deki Pianura ve Bagnoli gibi semtlerde belirgin şekilde hissedildi.
Pozzuoli sakinleri, saat 16:41'de meydana gelen 1.6 büyüklüğündeki bir sarsıntı sırasında duydukları güçlü bir patlama sesini bildirdiler; bu tür sesler, sığ sismik olaylarla bağlantılı olarak aktif volkanik bölgelerde sıkça duyulur. Bu sismik aktivite, Campi Flegrei'deki bradizizm fenomeniyle uyumludur. Bradizizm, yer altındaki basınç değişimlerinden kaynaklanan zemin yükselmesi ile karakterize edilir. Bölgede, Nisan 2025 başından bu yana ayda ortalama yaklaşık 10 milimetre hızla devam eden bir zemin yükselmesi gözlemlenmektedir.
1969-1972 ve 1982-1984'teki gibi önceki bradizism krizleri de önemli zemin deformasyonuna ve hasara neden olmuştur. Tarihsel olarak, Campi Flegrei, 1538 Monte Nuovo patlamasından önceki gibi, patlamalardan önce yoğun deprem sürülerine tanık olmuştur. Örneğin, 1982-1984 krizi, yüzlerce hissedilen depremi ve 3 metreye kadar zemin yükselmesini içererek Pozzuoli'de geniş çaplı hasara ve 40.000 kişinin tahliyesine yol açmıştır.
Campi Flegrei'deki son jeolojik gelişmeler, bölgenin sürekli izlenmesinin önemini vurgulamaktadır. Bilim insanları, 2007'den bu yana artan sismik aktivite, zemin deformasyonu ve gaz emisyonlarının, yer altındaki magmanın hareketliliği veya birikimi ile ilişkili olup olmadığını anlamak için çalışmalar yürütmektedir. Mayıs 2025'te Science Advances dergisinde yayımlanan bir çalışma da dahil olmak üzere son araştırmalar, bu sismik hareketliliğin giderek artan bir şekilde yalnızca magma hareketinden ziyade jeotermal bir rezervuardaki basınç birikiminden kaynaklandığını öne sürmektedir. Bu bulgu, yeraltı suyu seviyelerinin yönetilmesinin bu tür sismik aktivite riskini azaltabileceği anlamına gelmektedir.
Bu tür jeolojik olaylar, yerel halk için endişe kaynağı olsa da, aynı zamanda gezegenimizin dinamik doğasını ve altında yatan güçleri anlamak için bir fırsat sunmaktadır. Bölgedeki bilimsel araştırmalar, sadece olası riskleri yönetmekle kalmayıp, aynı zamanda Dünya'nın iç işleyişine dair derinlemesine bilgiler sunmaktadır. Bu gelişmeler, bilimsel topluluğun sürekli dikkatini gerektiren, ancak aynı zamanda insanlığın doğal dünyaya dair anlayışını genişleten bir alan olmaya devam etmektedir.